ANTİK YUNAN UYGARLIĞI

ANTİK YUNAN UYGARLIĞI

Mezopotamya’da küçük ve zayıf birkaç kolonilerin bir araya gelerek Yunan birliğini oluşturmasıyla ortaya çıkmış ve Yunan uygarlığının zirveye çıktığı, en çok geliştiği dönemler İskender yönetiminde olmuştur.

Çok tanrılı din inancının hâkim olduğu, toplumun sınıflara ayrıldığı, tiyatro ve mimarinin o dönemdeki en büyük eserlerinin verildiği Antik Yunan medeniyetinin gelişimi Agustus Kalesar’ın MS. 27 yılında Yunanistan'ı Ahcara eyaleti olarak Roma İmparatorluğu'na bağlaması ile durmuştur. Fakat yine de Antik Yunan kültürü batı medeniyetlerinin temeli olarak kabul edilir. Yunan kültür ve uygarlığı, Avrupa'nın birçok yerinde hüküm sürüp kendinden izler bırakmıştır. Roma İmparatorluğu üzerinde de çok büyük etkisi vardır. 14. ve 16. yüzyıllar arasında Avrupa'yı etkisi altına alan Rönesans hareketinin ve Neo-Klasik canlanmanın Antik Yunan medeniyetinin büyük izleri görülür.

Roma mitolojisi neredeyse kültürünün tamamını Yunan mitolojisini baz alarak oluşturmuştur. Yunan mitolojisindeki çoğu efsaneler de insan şeklindedir. Yunan tanrılarının yaratılış hikâyeleri seçilmiş 12 tanrıdan (bu 12 tanrı; 4 kadın ve 8 erkekten) oluşmuştur. Yunan Tanrıları dünyayı Olympos Dağının tepesindeki bulutların üzerinden idare ederler. Bu 12 sayısı hiç bozulmaz, bir tanrı eklenirse bir başkası bu listeden çıkar. Örneğin Dionysos pantheona dahil olduğunda Hestia Olimpos'tan ayrılmıştır. Şimşeklerin efendisi Zeus nice savaşlar vererek yönetimi babası Kronos ve onun yardakçıları titanların elinden almış, 3 erkek kardeşiyle dünyayı bölüşmüştür. Çekilen kuraya göre gökyüzü Zeus'a, denizler Poseidon'a, yeraltı da Hades'e düşer. Herkes görev dağılımından sonra Olimpos'a çıkar ve dünyayı yönetmeye başlarlar, ama Olympos’un ve Olimpos tanrılarının kralı Zeus'tur.

Her şey Olymposlu Tanrılarla Titanların savaşlarıyla başlar ve Olymposluların zaferiyle son bulur. Savaştan sonra Titanlar cezalandırılır. Gaia, Khaos, Phoebe ve Kronos (bkz.: Titan) gibi Titanlar, Tartarus'a sonsuza kadar süren bir cezaya Olimpos Tanrıları tarafından gönderilir (Tartarus sonsuzluğa kadar giden bir yeraltı yeridir). Yerküreyi taşımak ile cezalandırılırlar. Ayrıca; Titanlardan Olimposluların yanına geçen Titan tanrıları da vardır (örn. Prometheus).

Antik Çağ sanatı alanında Yunan sanatının ana teması, mitolojideki ve gündelik yaşamdaki insan figürüydü. Roma döneminde sanat esas olarak siyasal propaganda için kullanıldı. Ön-geometrik ve geometrik sanat MÖ. 1050'den 700'e kadar Yunan sanatının ilk üsluplarıydı. Bu dönemde vazolar önce titiz ölçümlü süslemelerle ve daha sonra kıvrımlı hatların yanı sıra statik insan ve hayvan figürü tasviriyle bezenirdi. MÖ 7. yüzyıl ortalarında başlayan Arkaik dönemde iki anıtsal heykel tipi ortaya çıktı: Kourus ve Kore. Genç bir tanrının ya da savaşçının tasvir edildiği çıplak erkek heykeli olan Kourus'larda hem simetri ve ileriye doğru bakış, hem de adım atma duruşu bakımından Mısır heykel üslubu taklit edilmişti.

Yunan sanatı Büyük İskender'in kurduğu imparatorlukla birlikte yayıldı. İskender'in ölümünden sonra MÖ 1. yüzyıla kadar süren Helenistik dönemde, uzuvlar ve malzeme kıvrımlarının düzenlenişi gittikçe daha dinamik hale geldi. Statik formlar çarpıcı biçimde canlı eserlere dönüştü.

Antik Mısır sanatını büyük çapta kopyalayan Yunan, daha sonra Roma sanatıyla buluşarak gelişkinlik göstermiştir.

 

İLYADA DESTANI

Homeros’un İlyada’sı, adını Troya kentinin iç kalesine (hisar) verilen İlion’dan alır ve “İlion kenti hakkında” anlamına gelir.

Troya şehri her ne kadar Tunç Çağı ticaretinde Doğu ile Batı arasında önemli bir ticaret merkezi halini almışsa da su kaynaklarının bol olduğu Hellespontos (Çanakkale Boğazı) girişindeki bir arazide kurulması nedeniyle de dört bir yandan gelen saldırılara da maruz kalmaktan kurtulamamıştır. Şehrin kuruluşunun Yunan, Girit ve Phrygialılar tarafından bir türlü paylaşılmaması nedeniyle Troya, Klasik çağa gelinene kadar defalarca yerle bir edilip tekrar inşa edilmiştir. Yedi tanesi Homeros’a ait olmak kaydıyla, tarihte on kadar Troya şehrinden bahsedilir. Göründüğü kadarıyla Homeros’un bahsettiği Troya şehrinde, Tunç Çağının bildik düzeni içeresinde üç kabile yaşamaktaydı: Troyalılar, İlialılar ve Dardanialılar (R. Graves, ti. Destannın , konusu Troya savaşı olmakla birlikte hem bu savaşın ancak kısa bir dönemini kaplar, hem de Troya efsaneleri olarak bildiğimiz büyük bir efsane ve masal çemberinin küçük bir bölümünü içine alır. İlyada’da bütün bir savaşın öncesi ve sonrasıyla bir otuz yıl süreyle uzanan öyküsünü arayan okuyucu, büyük bir düş kırıklığına uğrar. Aslında İlyada, Troya’nın destanı değil, Akhilleus’un destanı sayılılır. Destan, Akhilleus’un Akha ordularının başkomutanı Agamemnon’a karşı derin bi öfke duyması ve bu yüzden savaşı bırakıp barakasına çekilmesiyle başlar. Akhilleus’un en yakın dostu Patroklos’un ölmesi yüzünden savaşa geri dönmesi ve Troyalı kahraman Hektor ile savaşması, onu öldürmesi, ölüsünü Troya surları çevresinde arabasına bağlı olarak sürüklemesi ve sonunda insafa gelerek Hektor’un ölüsünü, babası kral Priamos’a geri vermesi ile biter. 24 bölümlü ve 16.000’i aşkın dizeli bu koca destan Troya savaşının dokuzuncu yılında tam (51) günlük bir süreyi kapsar. Oysa Troya savaşının kendisin de savaştan önceki ve sonraki olaylarla birlikte Homeros’un yapıtlarını aşan dallı budaklı bir efsane bütünüdür. Bu efsaneleri tek tek olarak Homeros’un iki yapıtında da, Homeros destanlarının dışında çeşitli destan ve öykülerde de bulabiliriz. Troya savaşlarıyla ilgili efsaneler öyle çok ve çeşitlidir. Yunan yazınının her türüne öylesine yansımıştır ki, ilkçağ Yunan öykü ve söylencelerinin kökeninden elimize geçen yüzlerce efsane, bu gür ağacın kökenleriyle karışmış, dallarına dal uzatmış, yaprak ve meyveleri birbirine karışmıştır. Yunan ve Roma uygarlıklarından doğma Latin ve Germen dillerinin de efsaneleri aynı kökenden türemiş olduğuna göre, burada ne görkemli bir öykü, inanç ve söylence topluluğunun ortaya çıktığı kolayca anlaşılır. İlkçağ efsanelerinin “klasik” olarak nitelendirebileceğimiz bir başka yönü de var, her çağ, her dönem ve her yerde yeni yeni yorumlarla işlenmeye elverişlidir bunlar. Batı sanat ve yazını, kimi dönemlerde bu akıma karşı koymaya çalışmışsa da, mitolojiden ve mitolojik konuların etkisinden kurtulamamıştır, ileride de kurtulacağı pek olası değildir. Yani dönüp dolaşıp vurgulamak istediğimiz yön şu: Troya savaşı efsanesi dünya mitolojisinde önemli yer tutan bir konudur. Bu konuyu İlyada Destanı’nda canlı bir biçimde bulabiliriz gerçi, ama konuyla ilgili efsane bütününü görmek olası değildir. Troya savaşının destanı İlyada ile ne başlar ne de biter. Bu efsanelere ve genellikle Yunan ve Roma mitolojisine biraz olsun bilimsel bir yaklaşım, mitolojiyi konu edinen yapıtları-hangi türden olursa olsunlar- kendi sınırları içinde incelemeyi gerektirir. Sözgelimi tanrı Zeus’tan genel olarak söz edilemez, Homeros’un İlyada’sındaki Zeus’un niteliklerinden, yerinden ve rolünden dem vurulur. Her tanrı simgesi, ya da her kahraman, tanrı ve kahraman için anlatılan söylenceler için de aynı şeyi yapmalı, yani mitos ve mitoloji soyut olarak değil, somut örnekleriyle ve bu örnekler içindeki görüntüleriyle incelenmeli. Böyle bir konuyu incelemeye girdik mi, Troya savaşı konusunun Yunanca “kyklos” (çember) diye adlandırılan birçok destanda ele alındığını görürüz; .. İlias, Troya’nın bir diğer adı olan İlion kentinin destanı demektir. Destanın başında on yıl süren savaşın son yılında bir olayla karşılaşırız. Troya’ya saldıran Yunan ordusu ulusal bir ordu değildir, çeşitli kentlerden toplanmış karma bir ordudur. İşte bu küçük ordulardan birinin komutanı Akhilleus, Argos kralı ve başkomutan Agamemnon ile anlaşmazlığa düşer. O günlerde Yunan ordusu vebadan kırılmaktadır. Yunanlılar bunu bir tanrının öç alması şeklinde yorumlarlar. Tanrının kızgınlığının nedenini anlamak için de bir kâhine başvururlar. Kâhinden öğrendiklerine göre, Yunanlıları cezalandıran tanrı Apollon’dur; Yunanlılar, Troas bölgesinde ele geçirdikleri küçük bir kentte Apollon rahibinin kızını kaçırmışlar ve Agamemnon’a savaş ödülü vermişlerdir: Apollon’un kızgınlığı buradan ileri gelmektedir. Kız babasına geri verildiği takdirde, bu felaketin önü alınabilecektir. Agamemnon kızı vermek istemez, ama buna mecbur kalınca ödülsüz kalmamak için Akhilleus’un cariyesini alacağını söyler. Bu kez Akhilleus karşı çıkar. Tam kapışacakları sırada, tanrıça Athena araya girer ve Akhilleus kendi payına düşen kızı (Briseis) Agamemnon’a bırakır ve ordusuyla birlikte savaştan çekilir. Vebanın önü alınmıştır, ama Akhilleus olmadan Yunan ordusunun başarı kazanması olanaksızdır. Yunanlılarla Troyalılar birbirlerine üstünlük sağlayamadan savaş uzar gider. Bir sonuç almak amacıyla savaşa neden olan Paris ile Menelaos’un teke tek dövüşmesi kararlaştırılır. Ama bu dövüşten de sonuç alınmaz. Savaş yeniden kızışır. Bu teke tek dövüşlerden biri de Aias ile Hektor arasındadır. Hektor’un savaşı şan kazanmak için değildir; o sadece yurdunu savunmak için savaşır. Hektor’un savaş anlayışı kahramanlık çağı değerlerinin dışında kalmaktadır. Hektor ile Aias arasındaki dövüş de berabere biter, kesin sonuç alınamaz. Destanın ikinci bölümünde Agamemnon, Akhilleus olmadan Yunanlıların Troya kentini ele geçiremeyeceklerini anlar ve onu yumuşatmak için üç adam gönderir. Ama Akhilleus adamları geri çevirir. Ertesi gün savaş yeniden başlar. Tanrı Zeus Troyalılardan yanadır; gerçekten de Hektor önderliğindeki Troya ordusu surlardan çıkıp Yunanlılara saldırır. Hatta gemileri ateşe verip dönüşlerine engel olmak ister. Yunanlılar ise, bütün güçleriyle savaşmaktadırlar. Agamemnon umutsuzluğa kapılır ve geceleyin gizlice kaçmaya yeltenir. Yunanlılar ona güç bela engel olurlar. Bu sırada tanrıça Hera, Zeus’un desteklediği Troyalıları durdurabilmek için uyku ve aşk tanrıçalarını seferber edip Zeus’u uyutur ve Yunanlılara yardım eder. Bu arada Aias, Hektor’u taşla yaralar. Yunanlılar karşı saldırıya geçerlerken Zeus uyanır, üstünlük yeniden Troyalılara geçer. Bu arada Yunanlıların bir gemisi ateşe vermeyi başarırlar. Destanın üçüncü ve son bölümünde genç bir savaşçı durumun umutsuzluğunu Akhilleus’un dostu Patroklos’a bildirir. Patroklos telaş içinde Akhilleus’a koşar, ama Akhilleus bir kez daha savaşa katılmayacağını söyler. Gene de Yunanlıları kurtarmak için silahlarını Patroklos’a verir. Patroklos, Akhilleus’un silahlarıyla donanmış olarak savaş alanında görününce Troyalılar paniğe kapılırlar, Yunanlılar da ilerleyip Troyalıları Troya surlarının dibine kadar sürerler. Bu arada Hektor, Patroklos’u öldürür. Akhilleus bunu öğrenince artık dayanamaz ve savaş alanına koşarak Hektor’u öldürür ve Pat Odysseia Destanı Tanrıların ve tiranların devrinde geçmesine rağmen kahramanlar, genellikle insana özgü özellikleri ile ön plana çıkarlar. Severler, sevilirler, acı çekerler, ihtirasları vardır. Akıl ve zekâlarını kullanırlar. Çeşitli hilelere başvururlar. Kısacası insanda mevcut olan bütün özellikleri taşırlar. Öte yandan, tanrılar da insanlar gibi tasvir edilmişlerdir. Onların da -yukarıda ifade ettiğimiz- insanlara ait özellikleri ve davranış şekilleri vardır. İnsanlardan tek farkları ölümsüz ve güçlü olmalarıdır Odysseus, İtkaha adası kralıdır. O da diğer krallar gibi Troya (Troia) savaşına katılır. Karısı Penelope’yi sarayında bırakır. Savaşta geçen on yıldan sonra Odysseus, adasına dönmeye karar verir. Bu zaman zarfında komşu adaların kral ve prensleri, karısı Penelope’yi elde etmeye çalışmışlar, onun kurnazca bir hilesi sonucunda emellerine ulaşamamışlardır. Penelope, büyük bir sadakatle kocası Odysseus’un dönmesini bekler. Bu arada talipleri zorla saraya yerleşmiş ve Penelope’yi, aralarından birini seçmesi konusunda zorlamaktadırlar. Penelope, önceleri kayınbabası Leartes için bir kefen bezi dokuması gerektiğini, bu kumaşı bitirir bitirmez kararını vereceğini söyler. Gündüz dokuduğu kumaşı gece sökmek suretiyle zaman kazanmaya çalışır. Uzun süre bu hilesini sürdürür. Ancak, kölelerden birinin haber vermesi üzerine zor durumda kalır. Bu sırada Odysseus ve arkadaşlarının yurtlarına dönmek için bindikleri gemi fırtınaya kapılır. Önce Thrakia (Trakya) kıyılarına düşer, sonra vahşi Kikonlarla savaşırlar. İkinci bir fırtına ile Lotophaglar (Lotos yiyenler) ülkesine düşerler. Burası, yiyenlere memleketini unutturan lotos (lotus) çiçekleriyle doludur. Üç arkadaşı bu çiçeklerden yemişlerse de Odysseus, onları gemiye bindirmeyi başarır; oradan uzaklaşırlar. Ancak, bu defa da Kykloplar (tek gözlü devler) ülkesine düşerler. Deniz tanrısı Poseidon’un oğlu tek gözlü dev Polyphemos’un mağarasına farkında olmadan girerler. Polyphemos, mağaranın kapısını kapar ve içerdekilerin altısını yer. Odysseus ve arkadaşları devi sarhoş ederler. Sonra da ateşte kızdırdıkları bir kazıkla devin tek gözünü kör ederek mağaradan kurtulurlar. Bir süre sonra, insan eti yiyen Laistrigon adlı devlerin eline düşerler. Onların elinden kurtulmayı başaran Odysseus sağlam kalan tek gemiyle Aia adasına ulaşır. Burada büyücü kadın Kirke ile birlikte yaşar. Ancak burada da başından birtakım olaylar geçer. Tekrar adasına doğru yola koyulur; ancak, gemisi parçalanır. Tutunduğu bir direk parçasıyla gökyüzünü omuzlarında taşıyan tanrı Atlas’ın kızı Kalypso’nun yaşadığı Ogyga adasına sürüklenir. Kalypso, Odysseus’a âşık olur. Onu yedi yıl adada alıkoyar. Eğer kendisinden ayrılmazsa ona ölümsüzlük vereceğini söyler. Yurt hasretiyle yanıp tutuşan Odysseus, tanrıların yardımıyla Kalypso’nun elinden kurtulmayı başarır. Kendi yaptığı bir sal ile tekrar denize açılır. Denizde karşılaştığı türlü zorluklardan sonra Phaiakların ülkesi olan Skheria adasına ulaşır. Burada iyi karşılanır. Onların yardımlarıyla ülkesi İthaka’ya ulaşır. Bu arada karısı Penelope de taliplerini türlü hilelerle oyalamaya devam etmektedir. Taliplerinin baskılarından dolayı iyice köşeye sıkışan Penelope, biraz daha zaman kazanmak için bir çare daha bulur; kocası Odysseus’un yayını gerip on iki halkanın içinden bir ok geçirebilen kişiyle evleneceğini söyler. Bu arada Odysseus da adaya gelmiş ve durumu öğrenmiştir. Tanınmamak için dilenci kılığına girer ve müsabakaya katılır. Yarışma sırasında yayı alarak önce oku halkalardan geçirir. Sonra da karısının taliplerini öldürür. Gerçek kimliğini açıklar ve hem kendisini yirmi yıl sabır ve sadakatle bekleyen karısına hem oğlu Telemak OS’a hem de krallığına kavuşur. Roklos’un öcünü alır. Destan Hektor’un cenaze töreni ile sona erer.

YAZARI HOMEROS